Osmanbey’de bir apartmandayım. Çok eski bir bina. Belki
yüzyıllık. 4.kata çıkacağız. Arkadaşım tramvaya binelim diyor. Nasıl yani? Bu
apartmanda asansör yokmuş. Katlar arasında bir tramvay çalışıyor. Kırmızı
külüstür bir tramvay. İstiklal Caddesi’ndeki tramvaylara benziyor. İnanılır
gibi değil, apartman içinde bir tramvay. Peki bu apartmanı neden kimse
bilmiyor? Arkadaşım binanın unutulduğunu söylüyor. İlk Paris’te yapmışlar
tramvaylı bir apartman. Fakat çok maliyetli oluyor diye asansöre geçmişler. Bu
bina ise yapıldığı gibi kalmış. Çok ilginç. Nasıl unutulabilir ki böyle bir
bina?
Tramvaya bindik, eğimli bir yoldan döne döne yukarı çıkıyoruz. Sadece duvarlar ve ahşap kapılar görünüyor. 4.Kattayız.
Her taraf karanlık. Yerde bisiklet tekerleri. Köşede bir su teknesi parlıyor.
Safran sarısı bir su var içinde. Suya doğru gidiyorum, dokunacağım. Bir ses
“Sakın!” diyor. Dönüyorum. Küçük bir kız çocuğu. Neden? “O suyu sivrisinekler
için koydum, şekerli. İçine de bir kablo sarkıttım, elektrik veriyorum. Suya
gelen sivrisinekler çarpılacak” Çok akıllıca diye düşünüyorum. Ama karanlık
beni boğuyor.
Aşağı inmek istiyorum. Arkadaşım yok, kaybolmuş. Merdivenleri de
bulamıyorum. Tramvayı bekleyeceğim mecbur. Fakat ne zaman gelecek belli değil.
Çok bunaldım. Bir pencere bulsam en azından. Bir ışık sızıyor. Işığa yürüyorum.
Dışarıdayım şimdi. Ayağımın altında cılk cılk eden bişeyler var. Bakıyorum.
Biber dolmaları. Her yer göz alabildiğine biber dolması. Burası uçsuz bucaksız
bir tarla. Biber dolması tarlada yetişiyormuş demek. Dolmaları ezmek
istemiyorum. Zıplayarak yürüyorum.
Aşağıda bir şehir görünüyor. Bu şehir
İstanbul mu? Çok tuhaf. Deniz şehrin en az 10 metre üstünde havada asılı
duruyor. Manzarayı seyrediyorum uzun uzun. Görüntü bir harika! Keşke hiç
uyanmasam…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder