Kuruluşunun 60.yılında, “60 yeni ve yerli oyun” hedefi ile 2009 – 2010 sezonuna giren Devlet Tiyatroları, şu ana kadar 32 yerli oyunun dünya prömiyerini yaptı ve daha önce kurum bünyesinde sahnelenmemiş pek çok yerli oyunu da bu yıl repertuarına aldı. Mürsel Yayla’nın yazdığı “Kod adı Kongo” adlı eserde bu oyunlardan biri. İstanbul Devlet Tiyatrosu tarafından hazırlanan oyun Ekim ayından bu yana Kenter Tiyatrosu’nda seyirciler ile buluşuyor.
Yönetmenliğini Erkan Taşdöğen’in yaptığı oyun tamamen hayal ürünü bir zaman ve mekan içerisinde geçiyor:
Avrupa Birliği’ne katılma hazırlıkları içerisinde olan Kongo’nun bir Polis Karakolunda olup bitiyor bütün olaylar. 29 Şubat ile 1 Mart arasında 30, 31,32,33 … 39 Şubat gibi hiç bilinmeyen bir zaman diliminde hem de…
Oyuna konu olan olay ise yanlışlıkla gözaltına alınarak tutuklanan Fallus adlı kişinin serbest bırakılacağı sırada korkunç bir itirafta bulunması ile başlıyor:
Fallus üç kişinin ırzına geçmiş ve tecavüz görüntülerini kayda geçirmiş tehlikeli biridir. Fakat yaptıklarından pişman değildir ve bu tecavüzleri bilinçli bir şekilde gerçekleştirmiştir. İşin ilginç tarafı ise tecavüz ettiği kişilerin erkek olmasıdır. Ayrıca içlerinden biri ülkenin önde gelen iş adamlarından sakız imalatçısı Liranga’dır. Bu sebeple olay basit bir tecavüz olayından daha çetrefillidir. Tecavüz edilen kişilerin erkek, saldırganın üniversite mezunu, saldırıya uğrayanların bıyıklı ve içlerinden birinin de ülkenin önde gelen iş adamlarından olması nedeniyle olayın ideolojik maksatlı bir tecavüz vakası olduğuna karar verilir. Oysa mesele ameliyatla erkek olmuş bir kadının adaletsiz bulduğu düzenden ve erkeklerden(!) öç almasıdır.
Kadını bir meta olarak değerlendiren ve erkek egemen değerlerin toplumsal hayata dair her şeyi belirlediği feodal kültür anlayışına sıra dışı bir eleştiri getiriyor oyun. Ama aynı ilkel ve feodal erkek egemen anlayışla…
“Düzeni düzmek” olarak sadeleştirebileceğimiz oyunun ana fikri edim itibariyle bile kadınları hor gören düzeni alt etmek için yine erkekçe (!) bir çözüm getiren kaba bir anlayışın ürünü. Adeta lise çağında bir gencin ergenlik dönemi saldırganlığı ile bir tribün amigosuna ait fikir zenginliğinin iç içe geçmesi ile ortaya çıkmış bir oyun… Yazarın kahramana cinsel organ anlamına gelen “Fallus” adını vermesi de sanırım içinde yaşayan ve bir türlü dizginleyemediği saldırgan içerikli ergenlik coşkusunu (!) yansıtmakta…
Oyun; Erkeklerin bıyıklı, uzun saçlı, küpeli yahut çene sakallı olmalarına bakarak çağdaş ve ilkel diye değerlendirebilen Avrupa merkezli ilkel budalalığı da adeta kanıksıyor gibi. Bu anlamda sadece bulunduğumuz toplumun değil Avrupa’nın biçimsel ilkelliğine de sahip çıkan oyun, bıyıklı erkek ilkel erkektir, maço erkektir gibi oldukça veciz (!) fikirlere de alttan alta yer veriyor.
Düşünsel anlamda kadın – erkek eşitsizliği ve çağdaşlık sorunlarına son derece ilkelce yaklaşan oyun Avrupa Birliği konusunda da çok bişey anlatmıyor, yalnız Avrupa Birliği’ne girmek için gösterilen çabaya ve uzayan adaylık sürecine değiniyor. Ama Avrupa Birliği’nin bu süreçte ki iki yüzlü ve çıkarcı yaklaşımlarına bir eleştiri getirmiyor. Aksine ilkel bir toplumun çağdaşlaşma (!) yolunda düştüğü komik durumları hicvediyor.
Malum derin devlet esprileri de oyundan eksik edilmiyor: İşkence, çarpık demokrasi anlayışı, vatana ihanet, batı düşmanlığı, örtülü ödenek, hamasi milliyetçilik vb konular alışılagelmiş kalıpta basit, sıradan söz oyunlarıyla ortaya karışık bir şekilde seyircinin beğenisine sunuluyor.
Kurgusal anlamda ise olaylar her ne kadar ülkemizdeki süreçle benzerlik gösterse de adı geçen Afrika ülkesi Kongo’nun neden ve nasıl olup Avrupa Birliği’ne girmeye çalıştığını anlamak size kalıyor. Yazar burada da seyirciye bir göz kırparak “Kod adı: Kongo” diyor ve hiçbir açıklama getirmeden oyundaki kurgusal saçmalığı “Anladın sen” mantığıyla geçiştirmeye çalışıyor…
Gerçi yazar oyunun tanıtım broşüründe “Lütfen, bu oyunu ‘aklı başında’, ‘sağduyulu’, ‘makul yaklaşımlarla’ değerlendirmeyin. Bu oyunda ciddiye alınacak hiçbir şey yoktur…” diyor. Şu durumda bizde oyunu ciddiye almayalım diyebilirsiniz elbette. Fakat, oyun İstanbul Devlet Tiyatrosu tarafından sahnelendiği için bu oyunu ciddiye almak, gerekli eleştirileri yapmak zorundayız. Ya da en azından yazarın bile ciddiye almayın dediği bu oyunu neden Devlet Tiyatroları ciddiye almış olabilir bunu sorgulamalıyız belki de. Yoksa Devlet Tiyatroları bizim gibi seyircileri mi ciddiye almıyor? İşte bunu düşünmek lazım.
Reji ve oyunculuklar anlamında oyunu değerlendirecek olursak, başarısız bir oyun metninin sahneye aktarılması ne yazik ki iyi bir sonuç vermemiş. Yönetmen Erkan Taşdöğen reji anlamında elinden geleni yapmış olsa da oyun genel anlamda tat vermiyor. Yalnız ikinci perdede ki savcı Kapanga’nın karakol ziyareti bölümü geleneksel tiyatromuzdan öğeler barındıran oyun içinde oyun gibi ayrı bir lezzette izleniyor. Tabi bu sahnede Kapanga rolüyle Selçuk Kıpçak’ın çok başarılı bir performans çıkarttığını belirtmemiz gerekiyor. Fakat aynı performansı oyun boyunca Ubangi rolünde izlediğimiz Cengiz Baykal’da göremiyoruz. “Erkek” sözcüğünü “İrkek” diye telaffuz etmek ve eline aldığı kolonya şişesini pantolonunun önünde cinsel organ gibi sallamak ile komedi yaratacağını sanan oyuncu seyirciyi gıdıklamaktan öteye gidemiyor. Bateke rolüyle izlediğimiz İsmail İncekara’nın usta oyunculuğu ve yan rollerdeki Burak Karaman, Zamire Zeynep Kasapoğlu, Halil Doğan ve Seda Yıldız gibi oyuncuların çabaları da bu oyunu kurtarmaya yetmiyor.
Öney OLCAYTU
oneyolcaytu@gmail.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder